Blog

ARKADYALI ÇOBANLAR “THE ARCADIAN SHEPHERDS” – POUSSIN

Fransız Barok Dönemi’nin ünlü ressamı Poussin’ın en meşhur eseri Arkadyalı Çobanlar, aynı zamanda Latince adı ile “Et In Arcadia Ego” olarak da bilinir. Ressamın bu çok tanınan resmi içerdiği karmaşık anlamlar sebebiyle farklı biçimlerde yorumlanmıştır.

Eserdeki dört figür büyükçe bir taş mezarın önünde toplanmışlardır. Bu figürlerden üç erkek, ellerindeki değneklerle çoban olduklarını belli ederler. Yanlarında heykelvari bir duruşla görünen kadının neden resme dahil olduğu tam olarak anlaşılamaz. Figürlerin antik giysileri, ayaklarındaki sandaletler ve başlarındaki çelenkler eserin Antik Yunan’da geçtiğini açıkça gösterir.

İsminden de anlaşıldığı gibi eser Arkadya’da geçmektedir. Arkadya, Yunanistan’da dağlarla çevrili, izole olmuş bir bölgedir. Bu özelliklerinden dolayı çok az sayıda insanın yerleştiği ve genellikle çobanların sürüleri otlattığı bir bölgedir. Fakat, özellikle izole olmuş olmasından dolayı korunan doğası sebebiyle, antik zamanlarda romantize edilerek bir yeryüzü cenneti olarak görülmüş ve orada yaşayanların idealize edilen “Yunan Altın Çağı” içinde keyifli ve uyum içinde yaşadıklarına inanılmıştır. Arkadya’nın bu efsanevi özellikleri Virgilius gibi dönemin ozanlarını derinden etkilemiş ve üzerine şiirler yazılmasını sağlamıştır.

Klasik Yunan sanatına ilgili olan Poussin, eserde de Virgilius’un antik şiirlerini temel alıp seyirciye idealize edilmiş antik yaşamdan bir kesit sunmak istemiştir.

Bir cennet olarak adlandırılan Arkadya, çevreleyen dağlar, mavi gökyüzü ve zeytin ağaçları ile geriplanda görülür. Oysa bu hoş manzaranın içinde mutlu olması beklenen çobanlar oldukça tedirgin görünmektedirler. Toplandıkları mezarın başında mezar üzerinde yazanı okuyup incelemektedirler. Taş mezarın üzerinde eser ismini veren “Et In Arcadia Ego” yazmaktadır.  Bu sözün Latince karşılığı aslında iki farklı şekilde çevrilebilir: “Ben de Arkadya’daydım” veya “Arkadya’da Bile Ben Varım”.

İlk çeviri düşünüldüğünde mezarın içinde yatanın da bir Arkadyalı çoban olduğunu düşünmek mümkündür. Fakat, “Arkadya’da bile ben varım” diyen ikinci çeviri resme tamamen başka bir kavramın çağrışımını yapar: Ölüm.

Arkadya gibi bir cennet parçasında “bile” var olan şey ölümdür. Bu cennet içinde yaşayan çobanlar da gördükleri yazı ile kendi ölümlülüklerini hatırlayacaklardır. Ölümün kaçınılmazlığını anımsayacak çobanlar artık eskisi kadar keyifli olmayacak, yaşadıkları Altın Çağı’nın büyüsü karşılarına çıkan bu mezar ve yazı ile kırılacak, ölümün ağırlığı omuzlarına çökecektir.

Oysa çobanların yanında ayakta duran kadın çobanlar gibi durumu şaşkınla karşılamak yerine yazının anlatmak istediğini zaten çoktan biliyormuş gibi vakur ve bilge bir duruş sergiler. Heykel gibi sabit görünen bedeni, yüzündeki katı ifade ve soluk teni ile birleştiğinde ortaya anıtsal bir figür çıkar. Bu serinkanlı duruş yıllar boyunca bu figürün bir tanrıça (muhtemelen bilgelik tanrıçası Athena), hatta ölümün ta kendisi olduğuna dair yorumların yapılmasına sebep olmuştur.

Poussin’ın eseri Rönesans ve Barok dönemlerinde oldukça popüler olan bir “memento mori” yani bir ölüm çağrıştıran eserdir. Kendisi de antik felsefe ile yakından ilgili olan ressam, maddiyatın değersiz olduğuna ve insanın hayvani yönlerini kontrol altına alıp ölümü tevekkülle karşılaması gerektiğine inanmıştır. Belki de bu eser Poussin’ın bu görüşünü desteklemek için üretilmiştir.

Poussin, eserinde klasik Yunan tasarımlarındaki oran ve yerleşim düzenini sıkı sıkıya uygular ve figürlerini önceden hesaplanmış ayrıntılara göre yerleştirir. Mezarın çevresine her biri farklı bir pozda yerleştirilmiş çobanlardan biri halen yazıyı çözmeye çalışırken bir diğeri anladığını sorgular biçimde kadına bakmaktadır. Eğilip mezar üzerindeki yazıyı parmağıyla takip eden çobanın bu görünüşü hakkında ilginç yorumlar yapılmıştır. Çobanın mezar üzerine düşen gölgesi aslında ölümün insanlar üstüne düşen gölgesini çağrıştırmaktadır. Başka bir yoruma göre çoban mezar üzerine düşen gölgesini fark edip parmağıyla onu takip etmeye başlamıştır, ve aslında parmağıyla bir iz bırakmakta, yani resim yapmaktadır. Antik bir Yunan inanışına göre resim sanatının tarihi de buradan gelir. İnsan ancak arkasında bıraktığı resimlerle ölüme karşı zafer kazanabilecektir.

Eserin bu karanlık temasına zıtlık oluşturan geriplandaki canlı doğa ve gökyüzünün görünümü Poussin’ın peyzajı resimleme tekniğindeki başarısını da gösterir. Claude Lorrain ve Annibale Carracci (bknz. Mısır’a Kaçış “The Flight into Egypt” – Carracci) ile birlikte Poussin sanat tarihinde peyzaj resminin gelişmesindeki öncü ressamlardan biri olmuştur.

Konum: Louvre Müzesi “Musée du Louvre”, Paris
Tarih: 1637-38
Dönem: Barok
Alt Grup: Fransız Barok “French Baroque”

Leave a comment

Your email address will not be published.

You may use these HTML tags and attributes:

<a href="" title=""><abbr title=""><acronym title=""><b><blockquote cite=""><cite><code><del datetime=""><em><i><q cite=""><strike><strong> 

error: Icerik kopyalanamaz!