UYANAN VİCDAN “THE AWAKENING CONSCIENCE” – HUNT
William Holman Hunt’ın günümüz seyircisine ilk bakışta belki de hiçbir şey ifade etmeyen eseri aslında Victoria Dönemi İngiltere’sinde son derece açık ve anlaşılır idi.
İngiltere’nin en uzun süre tahtta kalan hükümdarı, Kraliçe Victoria’nın döneminde ailevi değerler saygıdeğer ve önemli görülmekteydi. Fakat, ilginç biçimde, içten içe cinsel konularda ‘yapay’ bir çekingenlik ve sevgisiz evliliklerin kutsal bulunması gibi çelişkili bir ahlaki anlayış da toplumca kabul görmekteydi. Özellikle cinsel ve ailevi konularda son derece katı olan dönem kültürü, evlilik dışı ilişkileri korkunç derecede katı bir tavırla eleştiriyordu. Öte yandan, fahişelik toplumda son derece de yaygındı. Eser, Victoria’nın döneminin bu karmaşık ve çelişkili sosyo-kültürel anlayışını tipik biçimde yansıtmaktadır.
Victoria Dönemi’nin klasik aile yuvalarından birine ait olması pek de mümkün olmayan oda, abartılı biçimde süslü, parlak renkli ve yepyeni eşyalarla doludur ve dönem halkında ‘sonradan görme bir görgüsüzlükle döşenmiş’ izlenimi verecek bir görünümdedir. Bu anlayıştan yola çıkarak oluşturulabilecek ilk düşünce eserdeki genç kadının, kucağında oturduğu adamla bir metres hayatı yaşadığıdır. İçinde bulundukları yeni döşenmiş oda ve yeni eşyalar da muhtemelen bu yasadışı ilişkiyi sürdürebilmek için ayarlanmış ‘özel’ bir eve işaret eder. Dönem standartlarına göre “kötü yola düşmüş” bu kadın, dönemin “genç, bekar ve iffetsiz kadın” basmakalıbına tam olarak oturmaktadır. Parmağında bir evlilik yüzüğü bulunmaması ve giyinik bir adamın yanında üstünde iç çamaşırları dışında (dönemin iç çamaşırları bu şekildedir) herhangi başka bir giysi bulunmadan oturuyor olması durumun ne denli ‘utanç verici’ olduğunu doğrular.
Resimdeki başka ayrıntılar da benzer çağrışımlar yapar. Kapalı iç mekan, kadının özel amaçla bu evde tutulduğunu gösterirken, yerdeki kuşla oynayan kedi, genç kadının kapana kısılmış olmasını ve bir oyuncak gibi kullanılmasını yansıtır. Aynı zamanda adamın gelişigüzel biçimde yere fırlatılmış eldiveni genç kadının bu ilişkiyi sürdürmesi sonucunda düşeceği duruma gönderme yapar. Piyanonun üstünde camla kapatılmış saat, kadının hapsedilmiş zamanının, önplanda piyanonun yanında görülen bitirilmemiş duvar halısı, yarım kalmış umutların ve boşa gitmiş amaçların, yerde çözülmüş yumağın ipleri kurulamayan bir düzenin, yerde solda görülen notalar (Tennyson’ın “Gözyaşları, Nafile Gözyaşları” isimli şiirinin bestesi) geçmişe dair hüzünlü anıların sembolleridir.
Victoria Dönemi ressamlarının yoğunlukla resmettiği bu tema genel olarak toplumun yaygın inanışa paralel işlenmiştir. Bu eserlerde genellikle görülen, toplumca kabul gören normların ve ahlak sınırlarının dışına çıkıp evlilik dışı ilişkiler yaşayan kadınların acı çekmesi, dışlanması ve ölümleri üzerinedir. Bu karamsar bakış açısına rağmen, Hunt, konuya bambaşka bir yorum getirmiştir ve aynı algıyı farklı bir yöntemle ortaya koymuştur.
Eserde görülen genç kadın, oturduğu adamın kucağından bir anda kalkmaktadır. Çünkü genç kadın bir anda içinde bulunduğu utanç verici durumun ve düşkünlüğünün farkına varmış, bir nevi aydınlanmıştır. Muhtemelen adamın biraz önce çalmakta olduğu piyano parçası kadının bu aydınlanmasına sebep olmuştur. Piyanonun üzerinde görülen notalar Thomas Moore’un “Oft in the Silly Night” isimli şiirinin bestesidir ve genç kadının kırsala dayanan köklerini hatırlamasına sebep olmuştur. Bu sayede kendi “temiz ve iffetli” geçmişi hatırlayan kadının vicdanında bir uyanış gerçekleşmiştir. Bu sayede genç kadın yaşadığı evlilik dışı ilişki yüzünden içinde bulunduğu korkunç durumun farkına varmıştır.
Ayaklanan genç kadın yaşadığı uyanışın da etkisiyle ardından sanki bir ilahi ışıkla aydınlatılmış gibi parlamaktadır. Geri plandaki aynadan yansıyan bu ışık, aslında kadının karşısında bahçeye açılan pencereden gelmektedir. Bahçenin bu görünümü içerideki hapsolma durumu ile tamamen zıttır ve özgürleşmeye işaret eder. Ayaklanan kadın karşısındaki bu doğa manzarası ve aydınlık etkisiyle birlikte duyduğu müzikten de etkilenmiş ve geçmişini, kırsal yaşamını hatırlamıştır. Bu aydınlık sayesinde içinde bulunduğu durumdan kurtulup günahlarından arınabilmek adına gerekli gücü de yine kendinde bulmuştur. Nitekim heyecan ve şaşkınlık içindeki yüzü dışardaki manzaraya ve aklındakilere takılıp bir trans durumuna geçmiş olduğunu gösterir niteliktedir.
Koyu bir dindar olan Hunt, bu ilginç yöntem ile dolaylı olarak vermek istediği “iffet” ve “toplumsal değerlere bağlılık” gibi dersleri seyirciye sunmuştur. Diğerleri gibi yalnızca kabul görmeyen davranışları reddetmek yerine, gerçekten tövbekar olanların da kurtuluşa ulaşabileceğini vurgulamıştır.
1848’de Millais (bknz. Ophelia & Kör Kız “The Blind Girl” – Millais) ve Rossetti (bknz. Proserpine – Rossetti) ile birlikte Ön-Raffaellocu Kardeşlik’i kuran Hunt, Rönesans döneminin idealize güzellik anlayışı ve klasik pozların getirdiği kalıpları kırıp, doğal görünümlü eserler vermeyi amaç edinmiştir. Söz konusu eser de çağdaş yaşamdan bir anı gösterse de tarzın anlayışına sadık kalmış ve doğallığı ön plana çıkaran ve ayrıntıya önem veren bir görünümde resmedilmiştir. Eserdeki halının deseni, aynadaki yansıma, eşyaların oymalarındaki ayrıntılar hep Hunt’ın eserde gerçeğe en yakın görüntüyü ortaya çıkarma ve doğal bir hava yaratma hevesinden kaynaklanır.
Konum: Tate Britain, Londra
Tarih: 1853
Dönem: 19. Yüzyıl
Akım: Ön-Raffaelloculuk “Pre-Raphaelites”